Bir Kavramı Tartışmak: Kaht-ı Rical

“Velhasıl Osmanlı saltanatının şevket ve kudreti asker ile, askerin ayakta durması hazine iledir. Hazinenin geliri reaya iledir. Reayanın ayakta durması adalet iledir. Şimdi alem harap, reaya perişan, hazine noksan üzere…”

Koçi Bey

Tanzimat’tan günümüze tevarüs eden kavramlardan biri de ‘kaht-ı rical’dir. Kıtlık, kuraklık ve kuraklık sebebiyle mahsulün yetişmemesi anlamlarına gelen Arapça kökenli ‘kaht’ sözcüğü ile yüksek mertebedeki devlet görevlilerini ifade eden ‘rical’ kelimesinin birleşiminden müteşekkil kaht-ı rical kavramı nitelikli, liyakati haiz ‘devlet adamı kıtlığı’ manasına gelir. Özellikle sağ cenahın jargonunda hayli muteber bir yer işgal eden kaht-ı rical, her kilide uyabilen maymuncuk misali memleketteki mevcut sorunların kaynağını açıklamada sık başvurulan kavramlardan biri olagelmiştir. Söz konusu kavramın popülerliği Tanzimat döneminde zirve yapmıştır. Devrin önde gelen kalem erbabı, icra kabiliyeti yüksek devlet adamlarının yetişmemesinin veya geçmişe nazaran mahdut sayıda olmasının Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu yönetim buhranının en önemli sebeplerinden biri olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. İronik olan ise kaht-ı rical kavramının yaygın bir biçimde tedavülde bulunduğu zamanlarda Reşit Paşa, Fuat Paşa, Cevdet Paşa ve Ali Paşa gibi entelektüel meziyetleri hayli yüksek, katiyen kaht-ı rical sınıflandırmasında kategorize edilmeyecek ehil zevatın bizatihi devlet görevinde olmalarıdır.

Esasen dönemin münevverlerinin kaht-rical kavramını benimsemeleri ve sürekli ehil adam kıtlığından şikayet etmeleri gayet olağan bir tepkidir. Zira, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman gibi padişahların; Veli Mahmut Paşa, Pîrî Mehmet Paşa, Sokullu Mehmet Paşa gibi sadrazamların; Molla Gürâni, Zenbilli Ali Efendi, Mehmet Ebussuud gibi şeyhülislamların bıraktığı izler cemiyetin belleğindeki tazeliğini halen muhafaza etmektedir. Yeni kızıl elma tayin etmeyi alışkanlık haline getiren cihanşümul bir imparatorluğun dağılma tehlikesiyle yüz yüze kalan bir devlete dönüşmesinin yarattığı melankolik hal pek tabii münevverlere de sirayet etmiştir. Ayrıca lider imgesini adeta mitsel bir hüviyete büründüren bir geleneğin mensuplarının devlet düzeninin bozulmasında devleti yönetenleri birincil seviyede mesul addetmeleri doğaldır. İslam siyaset düşüncesinin önemli parçalarından biri olan siyasetnâmeler, devlet adamlarına ve idarecilere yönetme sanatının inceliklerine dair bilgi vermek amacıyla kaleme alınmıştır. Siyasetnâmelerde, “Daha iyi bir devlet idaresi nasıl olabilir?” sorusu kurumlar ve yapısal faktörlerden ziyade genellikle ideal bir devlet adamı portresi etrafında tartışılmıştır. Hülasa böylesine şahıs merkezli bir kültürün içinde yoğrulan Filibeli Ahmet Hilmi’nin “Bütün âlem-i İslâm’ın yalnız bir derdi var: Kaht-ı Ricâl!” şeklindeki serzenişini ya da Namık Kemal’in sürekli ehil yönetici eksikliğinden dem vurmasını garipsememek gerekir. Onlardan İslam dünyasının ve onun en güçlü üyelerinden biri olan Osmanlı’nın, Rönesans nosyonun getirdiği fikri değişimlere neden tam anlamıyla ayak uyduramadığı konusunda kapsamlı bir tahlil beklemek abartılı bir iyimserlik olur.

Ancak bugün var olan tüm problemlerin temelinde sadece şahısların yetersizliğini aramak, meseleleri kaht-ı rical ile izah etmeye çalışmak sathi, indirgemeci ve kolaycı bir perspektifin güdümüne girmek demektir. Kurumları ve sistemin yapısal özelliklerini göz ardı ederek şahıslar üzerinden bir kanaat getirmek günümüzde sadece sıradan vatandaşın usulü olduğunda mazur görülebilir. Nitekim, devletin karar alma süreçlerini yönetme salahiyetine ve icra gücüne sahip iktidar aygıtı ve iktidar seçkinleri umumi efkârın nezdinde baş sorumludurlar. Bu buldumcu yaklaşımın akademisyen, yazar veya gazeteci sıfatını taşıyan bazı isimlerin nezdinde halen geçer akçe olması asıl problemi teşkil eder. Üstelik kaht-ı rical kavramı sadece Türkiye’nin sorunlarına değil; İslam dünyasının sorunlarına da teşmil edilmekte. Evet, İslam dünyasının aşılması çok zor bir krizin pençesinde olduğu aşikar. Maalesef yeryüzünde, bilimsel bilgi üretimiyle, ileri teknoloji seviyesiyle ve çağdaş demokrasisiyle örnek olacak tek bir Müslüman ülkenin varlığından söz etmek dahi güç. Türkiye de dahil olmak üzere Müslüman ülkelerin hemen her alandaki insan kaynağı -bazı istisnalar hariç- vasatlık mesabesini geçecek bir keyfiyetten yoksun. İşte tüm bu çetrefilli sorunların sebebi geniş bir kesimin iddiasının aksine kaht-ı rical değildir. Kaht-ı rical doğrudan bir sonuçtur. Özgürlük, adalet, rekabet, şeffaflık, kurumsallık gibi değerlerin kadük kaldığı siyasal kültürlerin kaçınılmaz bir sonucu. Nasıl ki verimsiz, kurak bir tarlanın kaliteli mahsul vermesini beklemek beyhudeyse, yukarıda zikredilen değerler silsilesinden yoksun cemiyetlerin donanımlı, nitelikli ve ehil bireyler yetiştirmesini ummak da o derece beyhudedir.

Öte yandan krizleri kaht-ı rical bağlamında açıklamaya çalışan görüşün yarattığı bir diğer handikap da geçmişi, yani ‘reel’ olanı ‘ideal’ olarak tanımlayıp kurtuluşu ısrarla orada arama eğilimidir. Farklı tarihsel dönemlerin, geçmişte yaşanmış bir zaman diliminden ziyade geleceğe hitap eden bir örnek olarak değerlendirilmesi ve tarihi şahsiyetlerden sürekli sitayişle bahsedilmesi, geçmişin herhangi bir kritiğe tabi tutulmadan yüceltilmesini de beraberinde getirir. Böyle bir tarih okumasından daha doğrusu tarih putçuluğundan da sıhhatli bir netice alınmayacağı ayan beyan ortadadır.

Bir işin ehline emanet edilebilmesi için öncelikle ehil insanların var olması gerekir. Yetenekli, liyakatli, ehil bireyler ve yöneticiler hudâyinnâbit (kendiliğinden biten)  kabilinden çoğalabilen bir ot değildir. Tesadüfen ve kendiliğinden zuhur etmezler. Bireysel özgürlüklerin azami oranda korunduğu, devletin liderden evvel adaletle kaim olduğu, farklılıkların tolere edildiği barışçıl toplumlarda yetişirler. Ümmetin makus talihinin hatalardan münezzeh, faziletli, karizmatik, fevkalbeşer bir veli-yönetici(ler) eliyle değişmesi imkânsız görünmektedir. Nitelikli bireylerin inkişaf etmesine zemin hazırlayan temel amillere sahip bir düzenin tesisi elzemdir. Hakeza bu düzenin kaht-ı rical gibi bir sorunu olmayacağı gibi, hasbelkader iş başına gelmiş dirayetsiz ve basiretsiz idarecilerin eylemlerini absorbe edecek kurumsal bariyerleri olur.

Not: Bu yazı http://www.tezkiredergisi.org adresinde yayınlanmıştır.