Aktüalitenin Hengâmesinden Düşünceye

2013’ten bugüne kadar Türkiye’de cereyan eden siyasi hadiseler silsilesinin çıktısı olarak elimizde tepeden tırnağa politize olmuş bir toplum var. Burada küçük bir parantez açarak “politize olmanın” mutlak manada kötü bir şey olmadığını vurgulamak gerekir. Aristoteles’in doğası gereği “zoon politikon”, yani sosyal-siyasal bir varlık olarak tanımladığı insanın siyaset mefhumundan bütünüyle izole olması elbette düşünülemez. Düşünme yetisini kullanabilen bireylerin toplumsal problemler muvacehesinde çözüm bulma arayışları siyaset kavramı altında değerlendirilebilir. Bu bazen bir ideolojinin vazettiği değerler üzerinden ideal olan düzene ulaşma gayreti şeklinde tezahür eder. Bazen de bir siyasi parti aracılığıyla meşru araçları kullanarak ülke yönetiminde etkili olma amacında ya da sivil toplum aktivistliği ile hayatın getirdiği çeşitli zorluklar ve sorunlara dikkat çekme arayışında tebarüz eder. Hülasa bireylerin veya kitlelerin politikayla iç içe olması eşyanın tabiatına uygun bir gerçekliktir. Fıtratın icabı olan söz konusu uygunluğun sıhhatli bir biçimde devam edebilmesi, ifrat ve tefrit arasında med-cezir ihdas edilmemesine bağlıdır. Ancak ne yazık ki, Türkiye’de toplumun önemli bir kısmının siyasetle irtibatı rasyonalitenin izah kapsamı dışına çıkmıştır. Tarihi, sosyal ve kültürel meselelerin asıl bağlamlarından koparılarak siyasi bir ganimet kotarabilme saikiyle yorumlanması olağan hale gelmiştir. Memlekette vuku bulan olaylara alakalı alakasız siyasi anlamlar yüklenilmesi; hayatın rutin akışına mündemiç başlıkların dahi iktidar karşıtlığı yahut iktidar taraftarlığı üstünden tefsir edilmesi zaten çok hassas olan siyasi fay hatlarını daha kırılgan bir forma sokmuştur. Bürokratik vesayetten kurtulan siyaset kurumu toplumsal vesvesenin esaretine düşmüştür. Düşünce ve aktüalite arasındaki karşılıklı aktarımsallık potansiyelinin böyle bir atmosfer içerisinde açığa çıkması neredeyse imkânsızdır. Aşırı politizasyonun zorunlu bir sonucu olarak ortaya çıkan aktüel hengâme, entelektüel enerjiyi sömürmekte; düşünsel keyfiyete irtifa kaybettirmektedir. Hızlı gösterim modunda izleyenin dahi yetişemeyeceği ülke gündemi, entelektüel bir uğraş içerisine girmeyi fazlasıyla zorlaştırmaktadır. Düşünce dünyamıza ve entelektüel birikimimize ilişkin son derece hayati bahisler tali düzeyde kalmaya mahkûm olmaktadır.

Akademi Kültür ve Siyaset Etütleri Derneği (AKSED), -Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın da desteğiyle- güncelin yukarıda zikredilen müstevli yüzeyselliğine mukavemet eden bir çalışmaya imza atmaya hazırlanıyor: “Türkiye’nin Düşünce Atlası.” Mezkûr çalışmanın ana gayesi, sinemadan, düşünceden ve siyasal hayattan hareketle bir Türkiye panoraması çıkarmak. Cumhuriyet dönemi Türk sinemasını, Türk düşüncesini ve Türk siyasal hayatını merkeze alan çalışma, bu üç farklı alana odaklanan üç ayrı kitapla okuyucunun karşısına çıkmayı hedefliyor. Kolektif bir çalışmanın ürünü olacak eserlere Kurtuluş Kayalı, Mete Kaan Kaynar, Mehmet Karataş, Öner Buçukcu, Mahmut Hakkı Akın, Ayşem Sezer Şanlı, Kerem Yavaşça, Asım Öz, Maşallah Nar, Abdülazim Şimşek, Yunus Şahbaz ve Oğuz Bilge Güngördü gibi akademisyen ve yazarların katkı vermeleri bekleniyor.

Cumhuriyet dönemi Türk sineması özelindeki çalışma, sinemadan yola çıkılarak Türkiye’nin sosyolojik damarına ilişkin tahlillerde bulunmayı amaçlıyor. Özellikle bir dönem toplumun sesine göre akort edilen sinemanın, Türkiye’nin göç, kentleşme ve gecekondulaşma sarmalında karşılaştığı gerek bireysel gerekse toplumsal düzeydeki politik, ekonomik ve sosyal sorunlara nasıl ayna tuttuğu bu çalışmada detaylarıyla ele alınacak.

Sinema, düşünce ve siyasal hayat sacayağının bir dayanağını da Türk düşüncesi teşkil etmekte. Türkiye’nin düşünce hayatının mazideki vaziyeti Hikmet Kıvılcımlı, Doğan Avcıoğlu, Kemal Tahir, İdris Küçükömer, Niyazi Berkes, Nurettin Topçu, Sezai Karakoç, Necip Fazıl Kısakürek, Şevket Süreyya Aydemir ve Peyami Safa gibi farklı siyasi yelpazelerde konumlanan düşünürlerin görüşleri etrafında analiz edilecek. Ayrıca modernleşme ve batılılaşma başta olmak üzere Türk siyasi düşüncesinin membası konumunda olan hususlarında vurgulanacağı çalışmanın, Türkiye’deki düşünce hayatını çalışan araştırmacılar için referans niteliğinde bir kaynak olacağını şimdiden söylemek mümkün.

Üçlemenin bir diğer parçasını da, 1923-1980 arasındaki dönemi kapsayan siyasal hayat kitabı oluşturuyor. Düşünce ve pratik siyasetin birbirlerine form veren mutualist yapılarını da göz önünde bulunduran eserin muhtevasında Türk siyasal hayatına mihenk taşı olarak kaydedilen epey konu var: Kurtuluş Savaşı’nın akabindeki rejim tartışmaları, tek parti iktidarının kurumsallaşması, Atatürk imgesi, çok partili hayata geçiş süreci, Demokrat Parti dönemi, 27 Mayıs Darbesi ve 12 Mart Muhtırası bunlardan sadece birkaçı.

Türkiye’de düşünsel üretim noktasında bir gerilme dönemine girildiği hususu son zamanlarda yapılan yaygın tespitlerin başında gelmekte. Maalesef bu tespitin haklılık payını inkâr etmek hiç de kolay değil. Matbuat ve iletişim teknolojilerinde yaşanan baş döndürücü gelişmelere, bilimsel araştırmalar için ayrılan kaynaklardaki görece artışa ve her ilde bir üniversite açılmasına rağmen geçmişte üretilen eserleri aşamama sorunuyla karşı karşıyayız. Reel politikanın bile doktrinsel bir bağlama mebni yapılan mazideki durumu düşünüldüğünde, entelektüel ve düşünsel birikimimizin müstakbel serencamı adına ümitvar olmak zor. Güncelin sığlığı ve aldatıcı berraklığının entelektüelitenin derinliği ve bulanıklılığına tercih edildiği mevcut konjonktürde AKSED’in çabası takdire şayan. Umarım aktüalitenin kuru gürültüsüne teslim olmayıp Türkiye’nin toplumsal, düşünsel ve siyasal meselelerini müdekkik bir nazarla ele alan çalışmaların sayısı artar.

Not: Bu yazı www.tezkiredergisi.org adresinde yayınlanmıştır.