Akademinin Günah Keçisi: ÖYP’liler

dwd

Maşallah NAR-Nuri SALIK-Nurettin KALKAN

Yazıya öncelikle ülkece yaşadığımız sıkıntılı süreci bir an önce atlatmak ve ülkemizi daha ilerilere taşıyacak mücadelede bir nefer olabilmek temennisiyle başlamak istiyoruz. Hepinizin bildiği üzere 15 Temmuz’da yaşanan kanlı darbe girişimi halkımızın yüksek hamiyeti ve fedakârlığıyla akamete uğratıldı. Bununla beraber bu darbe teşebbüsünün ülkenin mevcut hali ve müstakbel ahvâli için yarattığı tehlike henüz ortadan kalkmış değil. Bu sebeple sürecin hassasiyetine muvafık davranmak ülkenin her vatandaşı için önemli bir ödevdir. Fakat darbe teşebbüsü üzerinden henüz 2 ay gibi kısa bir süre geçmişken ortaya çıkan tablo, bazı endişeleri şimdiden dile getirme ihtiyacı yaratmaktadır. Elbette bu süreçte 15 Temmuz darbe girişiminin planlayıcısı ve faili olduğu konusunda güçlü emareler bulunan FETÖ’ye karşı kararlı bir mücadele yürütülmesi ve devlete menfi gayelerle sızmış mensuplarının tasfiye edilerek, yerlerine ülkeye aidiyet ve hizmet bilincini, cemaat ve partiye aidiyetin önünde gören nitelikli vatan evlatlarının ikame edilmesi en öncelikli işlerden biridir. Fakat bu mücadeleyi yürütürken işi sulandırmamak, hiçbir tahkikat ve soruşturmaya ihtiyaç duymaksızın -ilk çağları andıran kolektif cezalandırmalarla- masumları gadre uğratmamak, kurunun yanında yaşı yakmamak ve vatandaşın zihnindeki devlet mefhumuna zarar verecek tutarsızlık ve ciddiyetsizlikler izhar etmemek elzemdir. Bu haklı mücadelenin başarısı buna bağlıdır.

Bizim gibi binlerce Araştırma Görevlisinin mağduriyetine sebep olan sürece değinmeden önce ÖYP uygulamasına dair kısa bir bilgilendirmek yapmak ve meseleye vâkıf olmayan okurlarımızın işini kolaylaştırmak istiyoruz. Yükseköğretim Yürütme Kurulu’nun 23.03.2010 tarih ve 2010.9 sayılı kararı ile uygulanmaya başlanan Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP) yeni açılan üniversitelerin öğretim üyesi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla merkezi atamayı esas alan mülakatsız bir yöntemdi. Adayların atamaları, lisans genel not ortalamasının yüzde 35’i, Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitim Giriş Sınavı (ALES) puanının yüzde 50’si ve varsa yabancı dil puanlarının yüzde 15’inin dikkate alınmasıyla oluşturulan ÖYP puanlarına göre yapılıyordu. Temel amacı ülke sathında yüksek öğretimi yaygınlaştırmak amacıyla açılan yeni üniversitelere nitelikli akademisyen yetiştirmek olan ÖYP, tayin edilen araştırma görevlilerinin, 2547 sayılı kanunun 35. maddesi kapsamında yüksek lisans ve doktora eğitimlerini tamamlamak üzere farklı bir üniversitede görevlendirilmesini öngörüyordu. Bu süreç sonunda da lisansüstü eğitimini tamamlayan araştırma görevlileri, asli görev yerlerine hizmet etmek üzere geri dönüyorlardı.  Lisansüstü sürecinde aslî görev yerleri dışında geçirdikleri süre miktarınca da zorunlu hizmete tabi tutuluyorlardı.

Tarihçesi ve esasları yukarıda kabaca özetlenen ÖYP sistemi YÖK’ün 22 Eylül 2015’te almış olduğu kararla yürürlükten kaldırıldı. Sadece 66 aylık bir zaman diliminde yürürlükte kalan ÖYP, bu kısa mazisine rağmen pek çok mevzuat değişikliğine tabi tutuldu ve adeta yapboz tahtasına çevrildi. Ve maalesef yapılan değişikliklerin çoğu ÖYP’li araştırma görevlilerinin sorunlarını çözmekten çok kazanımlarını geriletecek sonuçlar verdi. ÖYP’li araştırma görevlileri karşılaştıkları bürokratik barikatlara, dışlamalara ve hak ihlallerine rağmen akademik mücadelelerine devam etme azmini sürdürdü. Ta ki, 15 bin ÖYP’li araştırma görevlisini belirsizlik girdabına hapseden, kadro güvencelerini ortadan kaldıran, yıllardır tırnakları ile kazıyarak elde ettiklerini heba eden 2 Eylül 2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye kadar. Bu kararnameyle birlikte ÖYP’li araştırma görevlileri 2547 sayılı kanunun 33/a maddesinden 50/d maddesi kapsamına geçirilmiş oldu. Peki biz ÖYP’li araştırma görevlilerinin bir vicdan ve insaf ehline sesimizi duyurabilir miyiz ümidiyle günlerdir feryat figan etmesine neden olan bu değişiklik ne anlama geliyor?

Devlet üniversitelerinde araştırma görevlileri 2547 sayılı kanunun 33/a ve 50/d maddesi olmak üzere iki farklı statüde istihdam edilmektedir. Her iki statüde görünürde sözleşmeli olmasına rağmen aralarında çok önemli bir fark vardır. İlgili kanunun 33/a maddesi uyarınca atanan araştırma görevlileri doktora eğitimleri bittikten sonra “Arş. Gör. Dr.” Olarak görevlerine devam edebilmektedir. 50/d kapsamındaki araştırma görevlilerinin ise lisansüstü eğitimleri bittiği anda kurumlarıyla ilişikleri otomatik olarak kesilmektedir. Elbette bulundukları üniversite ya da başka kurumlar ve üniversiteler tarafından istihdam edilmeleri ihtimal dâhilindedir. Fakat 30’lu yaşlarına gelmiş ve muhtemelen artık çoluk çocuğa karışmış olan bu akademisyen adaylarının yeni bir istihdam kapısı bulana kadar işsiz olarak geçirecekleri sürede hem maddi hem de manevi olarak ciddi sıkıntılarla sınanmaları ve yıpranmaları da kuvvetle muhtemeldir.  Esasen 50/d bir kadro şekli değildir, yasadaki tanımı lisansüstü eğitim sürecini kapsayan burslu öğrenci statüsü olup de facto araştırma görevlisi olarak kabul edilmektedir. Bu kadro şekli akademik istikbali iki dudak arasına sıkıştırılmış genç akademisyenleri açık bir tazyik ve istismar hedefine dönüştürmektedir. Akademinin tümörü denilen ve araştırma görevlilerini her türlü mobbing için en kolay ve harcanabilir hedef haline getiren 50/d statüsü, genç akademisyenleri, varlığı patronunun inisiyatifinde taşeron işçilere dönüştürmektedir.

ÖYP araştırma görevlilerinin 33/a kapsamında olan kazanılmış kadro güvencesini yok eden mezkûr kararname FETÖ ile mücadele kapsamında çıkartılmıştır. Bir anlamda hiçbir tahkikat ve soruşturma olmaksızın 15.000 genç akademisyene belki de bütün geçmiş emeklerini ve istikballerini yok edecek “FETÖCÜ” yaftası vurulmuştur. Daha da vahimi ve yaralayıcısı 15.000 insan kanlı bir darbeye kalkıştığı yönünde kuvvetli karineler bulunan bir şebekeyle ilişkili gösterilerek vatan hainliğiyle itham edilmiştir. Maalesef bu kararı devlet ciddiyetine ve hassasiyetine mugayir hale getiren bariz pek çok müphemlik ve tutarsızlık mevcuttur. Öncelikle devletlerin içtihatlarının öngörülebilir ve tutarlı olması gerektiğinin altını çizmek gerekir. Bu prensip, vatandaşlar ile devlet yetkilileri ve seçilmişler arasındaki güveni inşa etmesi bakımından hayati bir önem arz etmektedir. ÖYP’lilerin 50/d statüsüne geçirilmesiyle birlikte devletin icra ettiği vaat ettiğini nakz ederek 15 bin araştırma görevlisi duygusal bir kopuşun eşiğine sürüklenmiştir.

Yukarıda yaptığımız izahtan bir cezalandırma olduğu aşikâr bu kararın istinat ettiği argümanlar nelerdir? Eğer bu karara gerekçe olabilecek tatmin edici deliller varsa neden kararın muhatapları ve bütün kamuoyuyla paylaşılmamaktadır? Kararın alınmasına sebep olan gerekçeler her ne ise, bunlar darbe girişiminden sonra mı fark edilmiştir, yoksa daha önce fark edilip bunlara göz mü yumulmuştur? Bahsi geçen usulsüzlükler de dahli olan herhangi bir YÖK ya da ÖSYM mensubu takip eden süreçte veya öncesinde cezalandırılmış mıdır? Darbe girişimine kadar geçen yaklaşık 5.5 yıllık sürede fark edilemeyen bu usulsüzlük ne tür bir süreç ya da aydınlanmadan! Sonra fark edilmiş ve hiçbir tahkikata gerek duyulmaksızın kolektif bir cezalandırma yoluna gidilmiştir? Yoksa 15.000 gencin istikbalini karartan bu karar bazı zevatın kamuoyu yaratmak adına sosyal medya üzerinden paylaştığı mesnetsiz iddialar ve pestenkerani yorumlara mı mebnidir? Türkiye’nin yüksek öğretimini yönetmek gibi çok ciddi bir sorumluluğu uhdesine almış YÖK düzeyinde bir kurumun karar alma süreci zan, şüphe ve sosyal medyada dolaşan tevatürler tarafından mı organize edilmektedir?

15.000 ÖYP’li araştırma görevlisini cezalandıran mezkur kararın temel gerekçesi; FETÖ’nün akademiyi ÖYP eliyle kuşattığı ve bunu kolaylaştırmak için de sınav sorularını çaldığı iddiasıdır. Öncelikle bu iddianın ve ÖYP’lilerin “kahir ekseriyetinin” FETÖCÜ olduğuna kani görüşlerin kendi içinde tenakuza düştüğünü belirtmekte fayda vardır. Zira ÖYP yalnızca 5,5 yıllık bir süre içinde uygulanıp akabinde sona erdirilmiştir. Bunca yıllık Türk akademiyasının ÖYP vasıtasıyla FETÖ’nün kontrolüne geçtiğini söylemek en hafif tabirle sathiliktir. 15 Temmuz darbe girişiminin bir numaralı aktörü konumunda olan Yrd. Doç. Dr. Adil Öksüz ÖYP ile mi Sakarya Üniversitesi’nde istihdam edilmiştir? Ya da darbenin ayak seslerini bir ay önce katıldığı Özgürlük Zamanı isimli programda haber veren Prof. Dr. Osman Özsoy’un akademik kariyeri ÖYP ile mi başlamıştır? FETÖ ile olan illiyet bağlarını ikrar eden ve üniversitelerde önemli pozisyonlarda bulunan onlarca akademisyenin acaba yüzde kaçı ÖYP’lidir? Öte yandan ALES ve YDS sınavları sadece ÖYP’li araştırma görevlilerinin atamaları için gerekli kriterler değildir. Bu sınavlara cari usulle atanan araştırma görevlileri, Doçentlik başvurusunda bulunanlar, YLYS bursiyerleri, Tübitak bursiyerleri ve daha burada zikretmediğim pek çok kişi girmektedir. Eğer bahsedilen süreçte ALES veya YDS soruları çalındıysa, bu ithamın muhatabının sadece ÖYP’li araştırma görevlileri olması hangi izan, insaf ve mantıkla bağdaşmaktadır? YÖK ciddiyetinde bir kurumun hiçbir tutarlılık kaygısı gütmeden aldığı bu acele kararın hangi saikler tarafından yönlendirildiği mantıklı ve ikna edici bir izaha muhtaçtır. Ayrıca ÖYP alımlarında bir üçüncü kriter lisans not ortalamasıdır. ÖYP’yi kazanan araştırma görevlilerinin hiç de azımsanmayacak bir kısmı bölümlerini dereceyle bitirmiş başarılı öğrencilerdir. ALES ve YDS sınavlarına hile karışmış olsa bile not ortalamasına hile karıştırılmasının zorluğu ortadadır.

Öte yandan YÖK’ün kararı ile FETÖ ile mücadele argümanı arasında çok bariz bir paradoks daha mevcuttur. Zira bugüne kadar gerçekleşen açığa alma ve ihraç işlemleri için ÖYP’lileri 50/d kapsamına almaya ihtiyaç duyulmamıştır. Zaten FETÖ ile ilişiği saptananlar önce açığa alınmış ve yapılan tahkikat sonucunda gerekli görülenler ihraç edilmiştir. Peki, ÖYP’li araştırma görevlilerini onlara daha ilk günden ve onları hiç tanımadan karşı olan akademik statükoya altın tepside sunan bu kararın gerçek motivasyonu nedir?

Üniversitelerde suyun başını tutanların çarklarına çomak sokan, nepotizm ve patronajın önüne geçen, ideolojik klikleşmeye engel teşkil eden, akademik personel istihdamındaki anti-demokratik usullere meydan okuyan, üniversitelerdeki belli anlayışların hegemonik surlarında gedikler açan ÖYP tüm eksikliklerine rağmen akademide liyakati esas alan önemli bir tecrübeydi. Umarız 15 bin ÖYP’li araştırma görevlisini akademik günah keçisi ilan eden, onların kazanılmış kadro hakkını ellerinden alan bu yanlıştan bir an önce dönülür.