Siyonizm ve Anti-Semitizm Kavramları Üzerine Bir Değerlendirme

İsrail’in Gazze’ye yönelik en son 7 Temmuz’da başlayıp 51 gün sürdürdüğü saldırılarda 2 bin 145 Filistinli yaşamını yitirdi ve 10 binden fazla kişi yaralandı. Yaklaşık bir asırdan beri devam eden ve en karmaşık uluslararası sorunların başında gelen İsrail-Filistin çatışmasının yakın vadede nihai bir çözüme kavuşması oldukça zor görünmektedir. Uluslararası siyaset arenasında söz sahibi aktörlerin, İsrail-Filistin çatışmasının çözümüne ilişkin isteksiz tavrı bu zorluğu daha da arttırmaktadır. İsrail ile Filistin arasında yaşanan çatışma ne zaman sıcak bir hal alsa, siyasal literatüre ait iki kavram ön plana çıkar: Siyonizm ve Anti-Semitizm. Ancak çatışmanın kökenleri arasında yer alan bu iki kavramın tarihsel arka planında sadece İsrail ve Filistin tarafları yoktur. Bilhassa Anti-Semitizm’in kökeninde Filistin’den ziyade Batılı devletlerin izleri görülür.

Anti-Semitizm

Etimolojik olarak bakıldığında Anti-Semitizm, Sami ırkı karşıtlığı manasına gelir. Sami ırkı ise Nuh Peygamberin en büyük oğlu olan Sam’ın soyundan gelen halklara verilen isimdir. Yani Anti-Semitizm, kelime kökeni itibariyle sadece Yahudi karşıtlığı olmayıp Araplarda dâhil olmak üzere tüm Sami halklarını içine alan bir kavramdır. Ancak bugün Anti-Semitizm sadece Yahudi karşıtlığını ifade eden bir kavram haline gelmiştir. Edward Said, “Şarkiyatçılık” adlı eserini yazarken ‘anti-semitizmin’ tarihini yazdığını fark ettiğini söyler ve ekler; “Şarkiyatçılığın bir anlam taşıması Şark’tan değil tümüyle Batı’dan kaynaklanır.” Tıpkı şarkiyatçılık gibi Anti-Semitizm’de taşıdığı anlamı Batı geleneğinden almıştır. Anti-Semitizmin ortaya çıkmasında salt dini farklılıkların rolü olduğu kadar, 2000 yılı aşkın bir geçmişe sahip Yahudi- Hristiyan ilişkilerinin şekillendirdiği siyasal, sosyal ve ekonomik faktörlerinde etkisi vardır.  Hristiyan gelenekte inşa edilen Yahudi karşıtlığının en temel dini sebebi ise kuşkusuz Yahudilerin İsa Peygamber’in çarmıha gerilmesinden sorumlu olduğu inancıdır. Hristiyanlık inancında Tanrısal bir sembol olan İsa’yı ölüme götüren Yahudiler, Dünya’da işlenebilecek en kötü suçu işlemiş ve adeta bir ‘Tanrı Katline’ sebep olmuşlardır. Anti-Semitizm’in Avrupa’da ortaya çıkmasının önemli bir nedeni de ekonomik sebeplerdir. Ekonomik hegemonyanın Yahudi şirketlerinin elinde olması ve Yahudilerin yüksek faizle borç vermeleri özellikle orta sınıfı sıkıntıya sokmuştur. Nitekim Hitler iktidara gelmeden önce yaptığı propaganda da Almanya’nın içinde bulunduğu ekonomik sıkıntıların sebebi olarak Yahudi toplumunu göstermiştir. Semitizm’i oluşturan siyasal nedenlerin başında ise bazı Avrupa ülkelerinde vatandaşlık kavramının soy ve kan bağı temeline dayanması gelir. Örneğin Alman vatandaşlık kavramı “Volk” adı verilen soy geçmişi ve kan bağı merkezli bir anlayış üzerinde şekillenmiştir. Yani Yahudilerin, Ulus-Devlet’in inşa sürecinde Almanya’da vatandaş olarak kabul görmeleri imkânsızdı.

Anti-Semitizm, Ortaçağ’da zirveye ulaşmıştır. 1347- 1351 yılları arasında Avrupa’da kıyıma yol açan veba salgınından da Yahudiler sorumlu tutulmuştur. Bunun neticesinde başta Fransa ve Almanya’da olmak üzere Avrupa’nın çeşitli yerlerindeki Yahudi cemaatler katledilmiş veya bulundukları yerden sürgün edilmişlerdir. Sadece Avrupa’dan ABD’ye göç eden Yahudi sayısı üç milyonu bulmuştur.

Siyonizm

‘Siyonizm’ teriminin kökü olan ‘Siyon’ esas olarak Kudüs yakınlarında bulunan Siyon Dağı ve bu dağ üzerindeki Siyon Kalesi’ni belirtmek için kullanılan bir kelimeydi. Kelime daha sonraları tüm Kudüs ve İsrail diyarını nitelemek için kullanılmaya başlandı. Siyon kelimesinin siyasal bir amacı simgeleyen bir düşünce akımına dönüşmesi ise 19. Yüzyılın sonlarında gerçekleşmiştir. Bu noktada 19. Yüzyıla ayrı bir parantez açmakta fayda var. Hristiyan kimliği nedeniyle Yahudilere hiçbir zaman olumlu bakmayan Avrupa’da, 19. Yüzyılda ki modernizm akımının etkisiyle birlikte seküler ideolojiler hâkim olmaya başlamış ve Avrupa’nın Hristiyan kimliği zayıflamıştır. Bu durum ise en çok Yahudilerin üzerinde bulunan birtakım hukuki kısıtlamaların ortadan kalkmasına sebep olmuştur. Ulus-Devlet modelinin uygulamaya konması ile Yahudiler kısa bir moladan sonra tekrar Avrupalı devletlerin gündeminde tartışılmaya başlanmıştı. Temel sorunsal olarak tartışılan mesele Yahudilerin dini bir grup olduğumu yoksa tıpkı Almanlar, Fransızlar gibi ayrı bir ulus olduğu muydu? Avrupa’da ki baskılardan bunalan bazı genç Yahudilerin başını çektiği bir grup ikinci fikri benimsemiş ve vaat edilmiş topraklarda bir Yahudi devletinin kurulması gerekliliğine inanmışlardır. Bu grubun ideologları ise Moses Hess, Leo Pinsker ve Natnan Birnbaum gibi Yahudi yazar ve aktivistler olmuştur.

Bir Rus Yahudisi olan Natnan Birnbaum Siyonizm’i siyasal literatüre sokan kişi olarak kabul edilir.  23 Ocak 1892’de “Les Principes du Sionisme” (Siyonizm’in İlkeleri) üzerine verdiği bir konferansta Siyonizm’i şu sözlerle tanımlamıştır:

“Siyonizm, ‘Siyon’ sözcüğünden türemektedir. Eski zamanlardan beri Kudüs’teki bir tepenin adı olan Siyon, aynı zamanda Kudüs kentinin şiirsel adlandırması olarak kullanılmıştır. Çünkü bu kent, Yahudi Devleti’nin merkezi olmuş, bu ad da Filistin’deki Yahudi ülkelerini belirtmiştir. İsrailoğulları’nın bağımsızlıklarının Roma tarafından sona erdirilmesinden itibaren de “kurtuluş”a duyulan ulusal özlemi simgelemiş, diriliş umudunu temsil etmiştir. “Siyon’a geri dönüş” iki bin yıllık sürgün ve acılar boyunca Yahudi halkının ülküsü olagelmiştir. İşte bu ülkü, Siyonizm’in temelidir.”

Sosyalist siyonizmin kurucuları arasında kabul edilen Moses Hess ise ‘Roma ve Kudüs’ isimli eserinde Yahudi sorununun çözümü olarak Filistin topraklarında bir Yahudi sosyal birliği kurulmasını öneriyordu.

Kendi devletlerini kurmaktan başka bir çıkar yol olmadığına artık iyice ikna olan Yahudileri kutsal topraklara götürecek bir Mesih gerekliydi. İşte o Mesih Siyasal Siyonizm’in babası sayılan Macar Yahudisi Theodore Herlz’dir. Dindar bir ailenin oğlu olan Herlz, hukuk fakültesinden mezun olduktan sonra Fransa’da gazeteciliğe başlamıştır. Fransa’ya karşı her zaman bir sempati besleyen Herlz’in bu tutumu Dreyfus olayı ile son bulmuştur. Dreyfus olayı hem Theodore Herlz hem de Siyonizm düşüncesi için bir dönüm noktası olmuştur. 1894 yılında Fransız Silahlı Kuvvetleri’nde Almanya lehine bir casusluk faaliyeti meydana gelmişti. Casusluğun faili olarak Alfred Dreyfus adlı Yahudi asıllı bir yüzbaşı ordudan atılıp tutuklandı. Dreyfus’un aleyhinde isimsiz bir mektuptan başka tek bir kanıt gösterilememiştir. Bu olaydan sonra Fransız basını, Dreyfus ve Yahudileri karalayan yayınlar yapmaya başlamıştır. Dreyfus olayı üniversite yıllarından itibaren Anti-Semitizm ile ilgilenen Theodore Herlz’i derinden etkiledi. 1896 yılında Yahudi sorununa dair fikirlerini “Yahudi Devleti” adlı bir kitapta yayınladı. Herlz, kitabında Yahudi Devleti ile alakalı düşüncelerini şöyle özetler:

“Biz bir devlet, hem de örnek bir devlet kuracak kadar güçlüyüz. Bu amaç için gerekli beşeri ve maddi malzemeye sahibiz… Bir ülkenin tüm haklı ihtiyaçlarını tatmin edecek büyüklükte dünya üzerinde bir yerde bize egemenlik verin, gerisini kendimiz tamamlarız.” Herlz’in sözlerinden de görüldüğü gibi başlangıçta Herlz için kurulacak devletin nerede olacağı pek önemli değildir. Önemli olan dünyanın herhangi bir yerinde bir devlet kurulmasıdır. Fakat daha sonra Yahudi fundamentalistlerin baskısıyla devletin Kudüs ve çevresinde kurulması bir ilke haline gelmiştir.

Ünlü fizikçi Isaac Newton’un dediği gibi; “her etkiye karşılık bir tepki vardır.” Yazıda genel olarak özetlenen Siyonizm kavramı da bu etki-tepki yasası çerçevesinde var olmuş bir kavramdır. Siyonizm, Anti-Semitizm’den beslenir. Kudüs’ün Babil Kralı Nebukadnezar tarafından fethedilmesi sonucunda gerçekleşen Yahudi sürgünü, Orta Çağ’da ve İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudilere karşı yapılan katliamlar gibi Anti-Semitik eylemlerin hepsi Siyonizm’e hayat vermişlerdir. Nitekim 1925 yılına kadar Filistin’e olan Yahudi göçü yoğun bir şekilde artmış fakat bu tarihten sonra önemli ölçüde azalmaya başlamıştır. O dönem, Filistin topraklarına göç edecek Yahudi bulmakta zorlanan Siyonistlerin yardımına, bugünkü antisemitistlerin neredeyse ruhunu çağıracağı Adolf Hitler yetişmiştir. Nazilerin Yahudi halkına yaptığı mezalim neticesinde Filistin’e olan Yahudi göçleri kaldığı yerden devam etmiş ve yeniden artışa geçmiştir.

Hazin olan ise, Yahudilere karşı olan Anti-Semitik tutumun meydana gelmesinde en ufak bir rolü dahi olmayan Filistin halkının sırf yaşadıkları bölge yüzünden bugün Siyonist zulme maruz kalmasıdır.

.