Gülenistler ve Somut Delil

15 Temmuz gecesi Gülenistlerin emirleri doğrultusunda hareket ettikleri yönünde güçlü emareler olan Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki bir grup subay askeri darbe yoluyla seçilmiş meşru hükümeti devirmeye kalkıştı. Bu darbe girişimi, başta Sn. Cumhurbaşkanı olmak üzere siyasi aktörlerin dirayeti ve halkımızın takdire şayan canhıraş mücadelesi sonucu bertaraf edildi. Türkiye’nin siyasi atmosferinde uzun süredir hâkim olan kutuplaşma ve gerginlik yerini darbelere karşı yekpare bir duruşa bıraktı. Öyle ki en ufak bir meselede dahi keskin kamplara bölünen toplum darbelere ve darbecilere karşı demokrasi sathında birleşti.  Birbirleriyle bırakın diyalog kurmayı göz göze gelmeye dahi tahammülü olmayan siyasi liderlerin darbe girişimi sonrası Yenikapı’da verdikleri uzlaşmacı mesajlar böylesine ılımlı bir tabloyu hasretle bekleyen her kesimi umutlandırdı. Umarım siyasetteki bu yumuşak hava iyi değerlendirilir –ki bu noktada en büyük sorumluluk iktidar partisine düşüyor- ve artık kangren haline gelmiş sorunlar için bir çözüm kapısı aralanabilir.

Yukarıdaki genel tespit ve temennilerden sonra yazının asıl konusuna gelecek olursak, bu yazıda 15 Temmuz darbe girişimin bir numaralı şüphelisi olan Gülenistlerin uzunca bir süredir dillerine pelesenk ettikleri “somut delil” meselesi tartışılacaktır. Gülenistler, 17 Aralık’tan bugüne kadar kendilerine yöneltilen bütün suçlamaları, “somut deliliniz var mı” sorusuyla bertaraf etmeye çalışmışlardır. Gülenistlere göre, 15 Temmuz’u “Hizmet Hareketi’nin” yaptığına dair ortada müşahhas hiçbir kanıt yoktur. Öncelikle meseleye “delil” kavramı hakkında değerlendirmelerde bulunarak başlamak gerekir. Türk Dil Kurumu sözlüğünde “İnsanı aradığı gerçeğe ulaştırabilecek iz, emare” olarak tanımlanan delil kavramına ilişkin ceza hukuku literatüründeki tanımlar arasında nüanslar olsa da genel kabule göre, delil bir fiilin, hukukî bir olayın veya hareketin, suç olup olmadığı konusunda hâkimin bir kanaate varmasına yardımcı olan ispat vasıtalarıdır. Yani hâkimin isabetli bir hüküm vermesini sağlayan, usûl hukukun izin verdiği her türlü tanık beyanı, sanık beyanı, sanık dışındaki tarafların beyanı, yazılı belgeler, şekil tespit eden belgeler, ses tespit eden belgeler vs. delil kapsamı içerisindedir. Bu bağlamda 15 Temmuz darbe girişimin ardından ortaya çıkan bulguları delil olarak nitelendirmek mümkündür. İlk olarak darbe girişimi sırasında rehin alınan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın tanık sıfatıyla verdiği ifadeye göz atalım. Akar ifadesinde, darbe bildirisine imza atmamasından dolayı cuntacıların kendisine “Dilerseniz sizi kanaat önderimiz Fethullah Gülen ile telefonla görüştürelim” dediğini beyan etmiştir. Aslında Akar’ın bu ifadesi bile başlı başına söz konusu darbe girişimin Gülen ile bağlantılı olduğunu gösteren bir emaredir.  Başta İlhan Tanır ve Mahir Zeynalov olmak üzere bazı Gülenistler Akar’ın bu sözlerine cevaben; cemaatten kimsenin Gülen’e kanaat önderi şeklinde hitap etmediğini dolayısıyla Genelkurmay Başkanı’nın ifadesinin doğru olmadığını iddia etmişlerdir. Gülenistlerin bu iddiası kesinlikle doğru değildir. 17 Ekim 2015 Gülen’in kendi internet sitesi olan www.fgulen.com’da çıkan “Fethullah Gülen ve Hareket Hakkında” başlıklı yazı ile çürütülmektedir. Bu yazıda Gülen’in aynı zamanda bir “kanaat önderi” olduğu açıkça vurgulanmıştır. Öte yandan cuntanın görevlendirdiği subaylar arasında olan Akar’ın yaveri Yarbay Levent Türkkan ise ifadesinde FETÖ içinde bağlı bulunduğu örgüt yöneticisinin “Murat abi” olduğunu ve emirleri TSK’dan değil FETÖ’den aldığını belirterek suçunu ikrar etmiştir.  Yine darbe girişimi soruşturmasında tutuklanan Tuğgeneral Fatih Celaleddin Sağır ifadesinde 10 yıl boyunca FETÖ’ye hizmet ettiğini beyan etmiştir.

Darbe girişiminin Gülenistler ile bağlantılı olduğunu gösteren delil niteliğindeki tek bulgu cuntacı subayların itirafları değildir. Gülenistlerin medyada görünen yüzlerinden olan Prof. Dr. Osman Özsoy’un darbeden bir ay önce 14 Haziran 2016 tarihinde internet üzerinden yayın yapan “Özgürlük Zamanı” isimli programda yaptığı konuşmanın bir bölümü şöyledir:

“Bu ülkenin geleceği inanılmaz aydınlık. Bu süreç çok yakın sürede Allah’ın izniyle sona erecek… Ben profesör olacağıma keşke bir Albay olsaymışım mesela. Bu süreçte daha çok katkım olurdu… Bu iş gitmez. Yüzde 50 desteği falan iplemeyin. Ben siyaset bilimi profesörüyüm, alt yazı geçin TV’den yarın sokağa çıkma yasağı var diye bakın sokağa çıkıyorlar mı? Bütün darbeler Cuma günü oluyor. Hocaların evleri cami avlusundadır, namaza bile geçmezler korkularından. Türkiye’de insanların demokrasi için sahaya çıkmak gibi bir hassasiyeti yok, bunlar kuru kalabalıklar… Çok güzel günler geliyor. Hizmet hareketindeki arkadaşları çok yoğun günler bekliyor…”

ABD’nin Michigan eyaletinde Martin Duram isimli bir adamın evinde ölü bulunmasına ilişkin soruşturmayı yürüten savcı Robert Springstead’in vakanın intihar mı yoksa cinayet mi olduğunu netleştirmek için Duram’ın papağanının o günden beri tekrarladığı “ateş etme” sözlerini delil olarak kullanıp kullanmayacağına karar vermeye çalıştığı düşünülürse, Özsoy’un adeta aba altından sopa gösteren ve darbe girişimini haber veren bu sözlerini delil kapsamında değerlendirmek mümkün değil midir?

Ayrıca Fethullah Gülen ve müntesiplerinin ihtiras derecesindeki devlet içinde örgütlenme stratejisi toplumun farklı kesimleri tarafından uzun yıllardır dile getirilen bir iddiadır.  Nitekim Fethullah Gülen’in geçmişte yaptığı bazı konuşmalar incelendiğinde bunun iddiadan öte bir hakikat olduğu anlaşılacaktır. Gülen bir konuşmasında şöyle der:

“Tam özünüzü bulacağınız, kıvama ereceğiniz ana kadar, dünyayı sırtınıza alıp taşıyabilecek güce ulaşacağınız ana kadar, kuvvet elinizde olacağı ana kadar, Türkiye’deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephenize çekeceğiniz ana kadar, her adım erken sayılır. Her adım 20 gününü doldurmadan yumurtayı kırma gibi bir şeydir.” (https://www.youtube.com/watch?v=VZtJTt2lNJY, 1.40-2.13)

Yine yakın zamanda ortaya çıkan bir kayıtta Gülen;

“İşte bu ehli dünya ahmaklarda bizi anlamadıklarından dolayı, Türkiye’de iktidara takip filan… Ya deli mi bu adamlar, öyle küçük şeylerle uğraşacağım ben! Senin iktidar dediğin şey nedir ben 20 yaşında onu devireceğimi yerine başkasını kuracağımı planlamış bir insanım” ifadesini kullanmıştır. (https://www.youtube.com/watch?v=hvpw-1qWuwY)

Gülen’in bu sözleri onun nihai hedefinin, tıpkı Ortaçağ’ın sonlarına doğru Kilise’nin “plenitudo potestais”, yani dünyevi iktidarı ruhani iktidarın hâkimiyet alanına dâhil eden anlayışına benzer şekilde Türkiye Cumhuriyeti devleti üzerinde ruhani bir otorite kurmak istediğini ortaya koyan kuvvetli bir karinedir.

Gülen ile yakınlığı ilgili video kayıtları ve tanıkların beyanlarıyla sabit olan Adil Öksüz’ün darbe gecesi bir sivilin bulunmasının mümkün olmadığı Akıncılar Hava Üssü’nde yakalanması tesadüfle açıklanabilecek bir olay mıdır? Darbe girişiminden önce 11 Temmuz’da ABD’ye gitmesi ve 13 Temmuz’da da yurda dönmesi aynı tesadüf zincirinin bir halkası mıdır, yoksa darbe girişiminin Gülenistlerce planlandığını gösterin güçlü bir kanıt mıdır?

17-25 Aralık sürecinde İstanbul Güvenlik Şube Müdürü olan ve daha sonra FETÖ bağlantısı olduğu iddiasıyla açığa alınan Mithat Aynacı’nın, 15 Temmuz gecesi Vatan Caddesi’nde konuşlanan bir tankın içerisinde askeri kamuflajlı olarak yakalanması ve zırhlı araca bindiğini gösteren mobese kayıtlarının olması malumu ilam eden bir delil değil midir?

Darbe girişiminde Gülenistlerin rol aldığını işaret eden deliller elbette yukarıda belirtilenlerden ibaret değildir. Daha nice itiraflar, yazılı belgeler, ses tespit eden belgeler vs. tespit etmek mümkündür. Tüm bunlara rağmen Gülenistlerin hala somut delil yok diye vaveyla etmesi ise meselenin ironik olan yönüdür.  Darbe girişiminde başka grupların da yer alıp almadığını ise yapılacak yargılamalar ve ileride ortaya çıkacak bilgi, belge ve itiraflar gösterecektir.

Türkiye’nin geleceğine dair iyi niyet temennileriyle başlayan yazıyı şu an gelinen noktaya ilişkin uyarılarla sonlandıracak olursak; devlet Gülenistlere karşı yürüttüğü mücadeleyi ateş ettikten sonra nişan alma stratejisiyle yapmamalıdır. Kamu yetkilerini kendi lehlerine kullandıkları, darbe girişiminde rol aldıkları, sınav soruları çaldıkları ve yargıdaki kumpaslarla masum insanların hayatlarını kararttıkları konusunda ciddi iddialar olan Gülenistler evrensel hukuk kuralları çerçevesinde yargılanmalı ve suçlarının sabit bulunması halinde hak ettikleri cezaları almalıdır. Hayatlarının belli dönemlerinde Gülenistlerle yolu kesişen ya da sadece sempatizan düzeyinde kalmış bireyler tümüyle “FETÖCÜ” olarak kategorize edilmemeli, herhangi bir suça bulaşıp bulaşmadıklarının tahkikatı titizlikle yapılmalıdır. Tasfiyeler türlü mağduriyetlere sebebiyet veren, kurudan ziyade yaşın yandığı bir taaddi noktasına evirilmemelidir. Unutulmamalıdır ki, özünde siyasi bir düzenleme olan devlet aynı zamanda da adaleti esas alan hukuki bir düzendir.