Önyargı ve Kalıp Yargıların Siyaset Psikolojisindeki İz Düşümü

Siyaset psikolojisi veya yaygın olan kullanım şekliyle politik psikolojinin bir bilim olarak gelişmesi ve siyaset bilimi terminolojisinde hak ettiği yeri alması görece yeni sayılabilecek bir olgudur. Siyaset psikolojisinin bilimsel değişim sürecinin tarihsel kökleri 1930’larda yapılan kişilik ve liderlik çalışmalarına kadar geri götürülebilir. Davranışsal yaklaşımın egemen olduğu 1960’lı yıllarda siyaset psikolojisi içine kapanık bir disiplin görüntüsü verirken 1980’li yıllarda bilişsel yaklaşımın hâkim kuram olmasıyla beraber duyguların bireylerin siyasi tutum, karar ve davranışlarını açıklama noktasında başvurulan ana değişken olması siyaset psikolojisinin bir disiplin olarak kurumsallaşmasına önemli katkılarda bulunmuştur. Günümüzde ise genetik ve nöroloji gibi alanlarda elde edilen yeni bulgular siyaset psikolojisine epidemiyolojik bir perspektif kazandırmıştır (Erişen, 2012, s. 10). Siyaset psikolojisi salt olarak ne siyaset bilimiyle ne de psikolojiyle özdeşleştirilebilir. Sears, Huddy ve Jervis’e göre siyaset psikolojisi siyaset çalışmalarında insan psikolojisi hakkında ne ölçüde bilgiye sahip olunduğunu sorgular (2004 s. 1). Kuklinski ise siyasi karar ve yargıların arka planında yatan zihinsel süreçleri araştıran bir alan olarak tanımlar (Kuklinski, 2002, s. 2). Shanto Iyengar ise siyaset psikolojisini verdiği siyaset bilimi ve psikolojinin aynı potada eritildiği bir alan olarak yorumlar. Yine Iyengar’a göre siyaset psikolojisini siyaset bilimi, psikoloji, sosyoloji, tarih ve hukuk gibi farklı disiplinlerin katkı verdiği disiplinler arası bir disiplin olarak nitelendirmek mümkündür (Iyengar, 1993, s. 3). Siyaset psikolojisi sözü edilen bu disiplinler, farklı kuramlar ve deneysel yöntem, anket araştırması ve içerik analizi gibi yöntemlerin yardımıyla birey ve grupların siyasi davranışlarını analiz etmeye çalışır.

Yukarıda adı geçen bilim insanlarının siyaset psikolojine dair tanımlarından hareketle siyaset psikolojisinin temel olarak siyasi karar alma süreçlerinde birey ve grup davranışlarının psikolojik kökenlerini tespit ederek anlamlandırmaya çalışan çok boyutlu bir disiplin olduğu söylenebilir. Bireyin ve grupların siyasi davranışları üzerinde belirleyici rolü yadsınamayan bilişsel fenomenlerin başında önyargı ve kalıp yargılar gelmektedir. Bu yazının amacı, önyargı ve kalıp yargıların psikolojik kaynaklarını irdeleyen çalışmalara referans vererek birbirleriyle sıkça karıştırılan bu iki kavramın siyaset psikolojisi literatüründeki izdüşümünü vurgulamaktır. Önyargılar ve kalıp yargılarla alakalı neşredilen çalışmaları her veçhesi ile ele alıp değerlendirmeye çalışmak devasa bir literatürün taranmasını gerektirdiğinden bu yazıda söz konusu kavramlara ilişkin yapılan ve literatürün ana arterini oluşturan çalışmalara değinilecektir.

Önyargılar ve kalıp yargılar bireyin zihninde belli bir süre makes bulup daha sonra ortadan kaybolan bilişsel fenomenler olmayıp kuvveden fiile geçme niteliği taşırlar. Diğer bir ifadeyle önyargılar ve kalıp yargılar birey zihninde yer edinmekle kalmayıp davranışa dönüşmekte ve birey ve gruplara karşı yapılan ayrımcı davranışlar için bir nevi katalizör görevi görmektedir.  Birçok klasik ve çağdaş teorisyen[1], önyargıların kategorizasyon sürecinin kaçınılmaz bir sonucu olduğu iddia etmektedirler (Devine, 1989, s. 5).

Allport, bu kategorilendirme sürecinin temel özelliklerini şu şekilde sıralar (Allport, 1954, s. 53):

– Kategorilendirme, gündelik yaşama olan uyumumuza rehberlik etmek için geniş kitleler ve sınıflar oluşturur.

– Kategorilendirme, şeyleri olabildiğince bir sınıf içinde eritir,

– Kategorilendirme, kategorize edilen nesnelerin kolayca fark edilmesini sağlar.

– Kategoriler belli ölçülerde rasyonel olabilirler.

Allport, bahsettiği bu kategorilendirme sürecinin doğal bir sonucu olarak tasvir ettiği kalıp yargıların bireyin hayatında işlevsel bir yeri olduğunu öne sürer. Allport’un iddiasına göre, insan beyni dış dünyadan gelecek riskleri asgari düzeye indirgemek, olası bir tehdidi bertaraf etmek ve belirsizliği ortadan kaldırmak maksadıyla önyargılara ve kalıp yargıları salık verir. Bireyin zihninde modellediği yargılar gerçeklerden azade olsa da onun yaşamını devam ettirmesine yardımcı olur. Bu noktada önyargı ve kalıp yargı arasındaki nüans farkına değinmekte fayda var.  Önyargı a priori bir biçimde kazanılan ve kanaatleri etkileyen bir yargı olarak karşımıza çıkar. Kalıp yargılar ise a posteriori olarak tecrübeler ve deneyimlerden sonra elde edilen inanç ve düşüncelerin toplamıdır. Daha açık ifade etmek gerekirse, kalıp yargılar algı düzleminde yer alırken önyargılar kavram oluşumuyla ilgilidir. Önyargılar farklı deneyimlerden sonra bireyin zihnine yerleşen kalıp yargıları takip eder (Devine, 1989, s. 5). Bu bağlamda kalıp yargının önyargıyı taşıma, ona destek olma ve zemin hazırlama işlevi gördüğü söylenebilir (Harlak, 2000, s. 42-43). Kalıp yargılar bir anlamda önyargının lojistik destekçisidir. Allport’a göre, kalıp yargılar kategorileştirilen bir inancı haklı çıkarmak maksadıyla kullanılır (Allport, 1954, s. 191). Örneğin bazı Türklerin Kürtlere karşı besledikleri kin ve nefret hisleri, PKK’ya katılıp katılmadığına bakılmaksızın tüm Kürtlere genellenebilmektedir. Kalıp yargıların ve önyargıların kaçınılmaz birer bilişsel fenomenler olduğu iddiasının birçok çağdaş ve klasik teorisyenler tarafından kabul edildiği yazıda daha önce vurgulanmıştı. Ancak önyargıların kaçınılmaz olduğunu savunan yaklaşım, belirli önyargıların bilgisine sahip olmakla onları kabul etmek arasından bir ayırım yapar. Şöyle ki, bir önyargının varlığından haberdar olan bir bireyin kişisel görüş ve inançları o önyargıyla uyumlu olmayabilir. Ayrıca zaman içerisinde kimi grupların aleyhine oluşan kalıp yargıların söz konusu gruplara karşı bir önyargı olarak tezahür ettiğine dair yeterli oranda kanıt bulunmamaktadır.

Peki, birçok teorisyen tarafından kaçınılmaz bir süreç şeklinde yorumlana önyargı ve kalıp yargıların meydana gelmesinin altında yatan sebepler nelerdir? Bu husus hakkında siyaset psikolojisi literatürünün kabul ettiği başat teoriler vardır. Bu teoriler, toplumsal öğrenme kuramı, sosyal kimlik kuramı, bilişsel kuram ve güdüsel kuramlar olmak üzere dört başlık altında incelenebilir.

Toplumsal öğrenme kuramı önyargıların bireyin çocukluğunda yaşadığı sosyalleşme süreci ile kazanıldığını öngörür. Mezkûr teoriye göre, toplumsallaşma çocukların içine fırlatıldıkları içtimai dünyaya ilişkin gelenekleri, normları ve ananeleri öğrendikleri vetirenin adıdır. Çocuklar küçüklükten itibaren başta ebeveynleri olmak üzere, arkadaşları ve çevrelerini saran toplumsal ağlar tarafından ablukaya alınır ve zihinlerine sayısız önyargılar yüklenir (Morgan, 1988, s. 375).

Turner ve Tajfel tarafından geliştirilen sosyal kimlik kuramının esas itibariyle üç varsayımı vardır (Tajfel ve Turner, 2004, s. 283):

– Bireyler kendileri de dâhil olmak üzere çevrelerindeki insanları kategorize eder.

– Bireyler belirli gruplarla kendileri arasında bir illiyet bağı kurarlar. Bu gruplar bireyin iç grupları olup insanın sosyal kimliğinin oluşumuna katkıda bulunur.

– Bireyler kendi iç grupları ile dış grupları karşılaştırır ve kendi gruplarına kutsiyet atfederek dış gruplardan üstün tutar.

Tajfel ve Turner bir grubun diğer gruplarla bilişsel bir kıyaslama yapabilmesi için grupların birbirleriyle alakalı olmaları gerektiğinin altını çizer. (Tajfel ve Turner, 2004, s. 284). Yani Galatasaraylıların kendi takımlarını Fenerbahçe ile mukayese etmesi anlamlı iken ile Taşköprü Sarımsak Geliştirme ve Kalkındırma Derneği ile karşılaştırması anlamsızdır. Bireyin benlik duygusunu oluşmasında onun toplumsal gruplarla özdeşleşmesinin de payı vardır. İnsanlar kendilerini tanımlarken mensup oldukları toplumsal gruplara da referans verirler (Taylor, Peplau ve Sears, 2007, 197). Bir bireyin kendisini tanıtırken bir erkek, bir akademisyen, bir Arap ve bir liberal olarak tanımlaması buna örnek teşkil edebilir.  “Öteki” kavramı sosyal kimlik teorileri için son derece işlevsel bir önemi haizdir. “Biz”i tanımlayan kurucu unsur “onlar”dır. Ben neden Müslümanım sorusu, Hristiyan olmadığım için şeklinde cevaplanabilir. Tajfel ve Turner’ın kalburüstü çalışmasından hareketle bireylerin kendilerinden olmayan dış gruplara karşı besledikleri olası önyargılardan söz edilebilir. Buna mukabil aidiyet içerisinde oldukları grup üyelerine kayırmacılık gibi davranış eğilimleri taşıdıkları gözlenebilir.

Güdüsel kuramlar, özetle bireyin bilişsel ihtiyaçlarının önyargılar aracılığı ile nasıl tatmin edildiği üzerine odaklanır. Güdüsel kuramların klasik bir alt başlığı hüviyetinde olan psikodinamik kuram, önyargıyı bireyin kişiliğine has bazı ana dinamiklerin bir sonucu olarak tahlil eder. Bu kuram önyargıların kaynağı olarak bireyin saldırganlık ve engellenme hislerini işaret eder. Kendini engellenmiş addeden birey bu engellenme sonucu zuhur eden saldırganlık hissini engelin kaynağına boşaltmak ister ancak çoğu zaman bu kaynağa ulaşamaz. Dolayısıyla öfkesini yatıştırmak için bir günah keçisi bulur ve öfkesini oraya yönlendirir (Morgan, 1988, s. 369-370). Türkçedeki “vur abalıya” deyimi bu durumun veciz bir özeti niteliğindedir.

Bilişsel kuram ise teorisinin merkezine yazıda daha önce vurgulanan kategorizasyon ihtiyacını koyar. Dış dünyanın hengamesi ile başa çıkamayan birey, kendisi için fazlaca karmaşık olan olguları basite indirgeme ihtiyacı hissedir.

Partiler ve seçimler siyaset bilimi disiplinin en renkli alt başlığıdır. Seçimler ve partiler sadece teknokratik düzeyde ele alınmayıp köylüsünden kentlisine, bürokratından çiftçisine, hemen her kesimden insanın üzerinde yorum yaptığı bir konudur ve belki de önyargıların bireyin kararlarını etkileme noktasında başrolde olduğu bir süreçtir. Wisconsin Üniveristesi’nden Wendy M. Rahn, Walter Lippman’ın önyargılara dair geliştirdiği teoriden yola çıkarak siyasi önyargılarında doğal bir yapısı olduğunu söyler. Ona göre, siyasi önyargılar inanç, tecrübe ve sosyalizasyon süreçlerinin akabinde meydana gelen kategorilendirme gereksinimin tabii bir sonucudur (Rahn, 1973, s. 474).

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[1] Allport, Biflig, Ehrlich, Hamilton, Tajfel