İYİ Parti’nin tercihi: Hayat mı, akide mi?

“…Peki, İYİ Parti’nin merkez sağ bir forma bürünmesi için yapması gerekenler neler?”

Çok partili yaşama intibak ettiğimiz 1946 yılından beri bir siyasî partiden/hareketten koparak kurulan tam 44 parti var. Söz konusu partilerin ekserisi seçimlere katılmayı bile başaramadı; bunlar arasında katıldığı bir genel seçimden sonra TBMM’de temsil hakkı kazanabilen parti sayısı ise yalnızca sekiz. İkisi -CGP ve Demokratik Parti- koalisyon ortağı oldu; tek başına iktidara gelebilen parti sayısı da yine iki: Demokrat Parti ve AK Parti. Nihayetinde birkaç istisnai örnek dışında bu partilerin çoğu, tumturaklı kasidelerin ve iddialı hedeflerin eşliğinde adım attıkları siyaset sahnesinde figüran dahi olamadı.Seçimlerden sandalye çıkarmayı asgarî başarı kriteri addettiğimizde, bu kapsamdaki son başarılı örneğin, 25 Ekim 2017’de Türk siyasî hayatına merhaba diyen İYİ Parti olduğu görülmekte.

Esasında bölünerek kurulan partilerin birçoğunun siyaset sahnesinde barınamaması doğal. Zira bu partilerin en büyük handikapları yeni bir kimlik kurgulayamamaları. Çekirdek seçmenden oy almak için kopulan partiyle aynı söylemi devam ettirme kaygısı ile yeni bir ideolojik çizgi benimseyerek farklı seçmen profillerine ulaşma amacı arasındaki hassas dengeyi sağlamak çok zor. Nitekim bölünerek kurulan birçok parti bu dengeyi tesis edemediği için siyasî mevta hâline geldi. Bu bahsi İYİ Parti için somutlaştıralım: İYİ Parti, hem MHP’nin aslî mirasının kendi kurumsal kimliğinde temsil edildiğini ispatlamaya hem de MHP’den farklı ve müspet yönlerinin bulunduğunu göstermeye mecbur. Diğer bir ifadeyle, kadime halel getirmeyen bir nostalji ile yeni olanı yakalamaya çalışan bir muasırlığı aynı anda dansa kaldırmak zorunda. Eğer Üsküdar’daki Atik Valde’yi temaşa etmeye doyamayan münferit bir şairseniz “… Kökü mazide olan âtîyim” demeniz kafi ancak milliyetçi sosyolojiyle vira bismillah demiş bir siyasî partiyseniz ve merkezi hedefliyorsanız işiniz hiç kolay değil.

İYİ Parti’nin hedeflediği merkez, siyaset trafiğinin sağ şeritten aktığı bir merkez. Uzunca bir süredir AK Parti’nin tahakkümü altında olan ideolojik yelpazenin merkez sağında kalıcı bir aktör olmak için mesai harcıyor İYİ Parti. Hafıza tazelemekte fayda var: AK Parti, iktidarı boyunca merkez-sağ olma iddiasını taşıyan birçok meydan okumayla karşılaştı. Erkan Mumcu’nun Anavatan Partisi, Mehmet Ağar ve Süleyman Soylu’nunDP’leri, Abdüllatif Şener’in Türkiye Partisi, Numan Kurtulmuş’un HAS Parti’si, İdris Naim Şahin’in Millet ve Adalet Partisi ve İdris Bal’ın Demokratik Gelişim Partisi merkezdeki boşluğu doldurma şiarıyla yola çıkmışlar fakat varsaydıkları o boşluğu dolduramadan siyasetin boşluğuna düşmüşlerdi. Kimi tabela partisine dönüştü, kiminin genel başkanı AK Parti’ye transfer oldu, kimi kendini feshetti ila ahiri… Mamafih, AK Parti’nin karşısında bırakın merkez sağ adayı bir siyasî parti olmayı, aday adayı olmak dahi güç(tü). Mezkur partilerin başarısızlık sebepleri, böyle bir yazının muhtevasını aşacak kadar fazla ama birçoğu asıl hesap hatasını, merkez sağda bir boşluk olduğu zehabına kapılmakla yaptı. Halbuki 2013’e kadar merkezsağ mahallede onların vehmettikleri gibi bir tenhalık yoktu. 2013’ten sonra ise AK Parti, eski ANAP ve DYP seçmeninin tasvip etmediği bir siyasî hattı takibe başladı. AK Parti, bünyesinde atıl bekleyen İslamcı patikayı ihya ettikçe merkez sağ muhitin ılımlı seçmeniyle arasını açtı. Bu soğukluğun ilk emareleri 7 Haziran 2015 seçimlerinde, AK Parti tek başına iktidarı kaybettiğinde gün yüzüne çıktı. Bu tarihten sonra AK Parti, ehven-i şer anlayışının siyasetteki izdüşümü oldu ve ılımlı sağ seçmenin artık kerhen oy verdiği bir partiye dönüştü. Kayıtlara mühürsüz referandum olarak geçen 16 Nisan 2017’deki halk oylaması ile 2019’daki yerel seçimlerin sonuçları ve kararsızlık eğilimi süren seçmenlerin yekunu bu durumu teyit eder nitelikte. İşte İYİ Parti tam da bu esnada, AK Parti’nin, merkez sağ seçmene dünyevî anlamda hiçbir şey sunamayacağının aşikar olduğu vasatta kuruldu. Siyasî hayatımızda zamanlama açısından en uygun vakitte kurulan partilerden biriydi İYİ Parti. Bunun semeresini de 2018 seçimlerinde elde ettiği başarıyla aldı ve merkez sağ seçmeni AK Parti’ye müzahir olmaya mecbur bırakan paradigmanın surlarında esaslı tahribat yaptı; fakat bu paradigmanın bazı surları hâlâ muhkem. Recep Tayyip Erdoğan’ın popülaritesi memleketteki kesif geçim sıkıntısına rağmen halen cevval ve canlı. Merkez sağ seçmen Erdoğan’dan ve partisinden tamamen ümidini kesmiş değil. Üstelik İYİ Parti, siyasî ve iktisadî bakımdan hayli elverişli ortama rağmen henüz tam teşekküllü bir merkez sağ parti de olabilmiş değil. İYİ Parti’nin bu doğrultudaki birtakım çabalarından alınan intiba, bunların sistematik bir plan dahilindeki hamlelerden ziyade gelişigüzel refleksler olduğu yönünde. Peki, İYİ Parti’nin merkez sağ bir forma bürünmesi için yapması gerekenler neler?

Menfaat gruplarıyla ilişkiler

Türk siyasî hayatında başarılı olmuş merkez sağ partilerin mümeyyiz vasıflarından biri de ekonomik menfaat grupları ve ağlarıyla kurdukları pozitif ilişkilerdir. Ticaret odaları, sanayi odaları, işveren sendikaları, büyük holdingler, işçi ve memur sendikaları/konfederasyonları merkez sağın mitil attığı yerlerdir çünkü partiler ihtiyaç duydukları kitlesel seçmen desteğinin bir kısmını buralardan temin edebilirler. Ayrıca menfaat grupları halkla doğrudan temas edebildiklerinden, destekledikleri siyasî partinin sokak propagandasını da üstlenmiş olurlar. Sendikalar, konfederasyonlar ve odalar siyaseten o kadar önemlidirler ki, bir partinin hem iktidara gelmesinde hem de iktidarının kalıcı olmasında hayatî rolleri vardır. 1969 seçimlerinin öncesinde Süleyman Demirel’in, dönemin Ticaret ve Sanayi Odalar Birliği Başkanı Necmettin Erbakan’ı canhıraş uğraşlarla koltuktan indirdiğini unutmamak gerek. Bu olaydan sonra ise Erbakan’ın, Anadolu’daki küçük ve orta ölçekli sermaye grubunun temsilcisi olarak yeni bir parti örgütlenmesine gittiğini de eklemek lazım.

Kuşkusuz İYİ Parti elitleri de menfaat gruplarının bu fonksiyonlarının farkında. Genel Başkan Meral Akşener, il ziyaretlerinde muhakkak o ilin ticaret erkanıyla da bir araya gelmeye çalışıyor. Buradaki sorun, bu ziyaretlerin bir prosedürden ibaret kalmasında ve siyasî kazanca yeterince tahvil edilememesinde. Bunda elbette otoriter bir rejimin işbaşında olmasının payı büyük; menfaat gruplarının iktidardan birden kopması muhal lakin aynı otoriter iktidarın yarattığı iktisadî enkaz da büyük. İş dünyasından, sendikalardan, odalardan ve muhtelif meslek örgütlerinden gelen homurtular ayan beyan ortada. İYİ Parti, eşraf ve esnaftan yükselen itiraz seslerini, iktidarla yaşadığı siyasî nizadaki haklılığına bir delil olarak sunma aceleciliğine düşmemeli. Daha doğrusu bunu da yapmalı ama öncesinde mevcut durumdan şikayetçi olan menfaat gruplarıyla bir araya gelip çözüme ilişkin önerilerini paylaşmalı. Bu noktayı bir misalle somutlaştıralım: İstanbul Sanayi Odası (İSO) Meclisi’nin, Temmuz ayındaki toplantısında Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu ile sanayiciler arasında yaşanan polemik zihinlerde hâlâ taze. Bu olayda yapılması gereken öncelikli iş, Meral Akşener’in herhangi bir konuşmasında ya da sosyal medyadan Kavcıoğlu’na yahut onun üzerinden iktidara yüklenmesi değil; İSO temsilcileriyle ivedi bir buluşma tertiplemek ve AK Parti’nin anti-tezinin, panzehrinin İYİ Parti olduğunu vurgulamaktı. Bu sayede yapılan siyasal propaganda da daha somut ve tesirli bir hususiyet kazanabilirdi.

İYİ Parti’nin menfaat gruplarıyla olan ilişkilerini yeniden gözden geçirmesi gerekiyor. Partiye olan yeni katılımların neden ekseriyetle akademisyen, bürokrat ya da eski AK Partili isimlerle -şüphesiz bunlar da çok önemli- sınırlı kaldığını ve günümüzün ayanlarıyla girdiği etkileşimin şu ekonomik buhran döneminde siyaseten kafi olup olmadığını etraflıca masaya -kendi masasına- yatırmalı.

Kürt sorunu ve HDP

İYİ Parti, daha önce hep muhafazakâr-liberal bir formül üzerinden kurgulanan merkez sağı, bu kez milliyetçi bir meşrebin üstüne inşa etmeye çalışıyor. Kimilerinin karikatürize ettiği bu politik tatbikat, Türk siyasî hayatı açısından ehemmiyeti yadsınamayacak bir konu. Şöyle ki, milliyetçiliğin eski göz ağrısı MHP’nin ayırt edici vasfı, hiçbir zaman politika üretmek olmadı. MHP, siyasî iktidarların uyguladığı politikalara cevaz veren yahut bunları tekfir eden bir nevi şeyhülislamlık makamı gibiydi. MHP önerdiği politikalardan ziyade aldığı pozisyonlarla tartışılageldi ve hâlâ öyle.

Kızılelması merkez-sağın mümessilliğini yapmak olan İYİ Parti ise bu noktada MHP’den ayrışıyor. Milliyetçiler -kurucu kadro hariç- politika üretimine ilk defa bu kadar yoğun bir mesai harcıyor. Muğlak bir beka söyleminin yerine zedelenen ulus bilincinin iade-i itibarını ve örselenen kurumsal devlet mekanizmasının onarımını öne alan bir milliyetçi diskur var. Yine bu beka kaygısının istimlak ettiği jargon, artık evrensel değerlere de alan açmaya başlıyor. Mesela İstanbul Sözleşmesi gibi hassas ve iktidar mahfillerinin dînî ve ahlakî bir cendere gibi kullanarak bütün sağı baskıladığı bir meselede özgürlükçü tavır benimseniyor. Öte yandan İYİ Parti, milliyetçi dimağlarda siyasî muarız kategorisinde olan Cumhuriyet Halk Partisi ile 2018’den beri ittifak yapıyor. Bu ittifak, 2019’daki yerel seçimlerde İstanbul’u ve Ankara’yı, AK Parti’nin elinden alıyor ancak bütün bunlara rağmen milliyetçilerin merkezde konumlanması, İYİ Parti’nin HDP’yle pozitif münasebet kurmasına talik ediliyor. Her şeyden önce bu indirgemeci ve tek düzlemli yaklaşımın kendi içerisinde epey problemli olduğunun altı çizilmeli. Eğer Kürt hareketinin temsilcileriyle siyasî ahbaplık yapmak, merkezin mütemmim cüzü ise Türkiye’de merkez sol ve sağın yalnızca iki temsilcisi vardı: SHP ve 2009-15 arasındaki AK Parti. Bu meyanda şunu da ifade etmek gerekir ki İYİ Parti’nin, HDP’yi tamamen yok saymasını ve Kürt sorununu görmezden gelmesini salık veren anlayış da bir o kadar sorunlu; çünkü merkez sağ tartışmalarını veya merkez siyasetten beklentileri mazideki örneklere referansla içtihat mahalline taşımak bugünün politik gerçeklikleriyle uyuşmamakta. Büyükşehirlerde azımsanmayacak oranda bir Kürt nüfusunun yaşadığı asla es geçilmemeli. Merkezi hedefleyen bir partinin, büyükşehirlerde belirleyici olan bir seçmen grubu karşısında agnostik daha doğrusu apateist bir siyasî duruş sergileme lüksü yok.

İYİ Parti’nin kendisi için tabir caizse bir aşil topuğu hâline gelen bu mevzuyu aşması mühim. Bu bağlamda takip edilecek birinci yöntem, AK Parti’nin HDP’ye yönelik ikircikli tavırlarına dikkat çekmek olmamalı çünkü iktidarın her konuda olduğu gibi bu mesele hakkında da ahlakî tutarlılık kaygısı yok. Nasılsa yaptıkları her hamleyi kendi tabanları nezdinde mubah kılacak ya da en azından tevil ettirecek devasa medya aparatları hazır kıta beklemekte. Bunun yerine Kürt hareketi içerisinde, Öcalan ve PKK’ya olan bakışta tebarüz eden hizipleşmeden istifade imkanını düşünmeli İYİ Parti. Bir terör örgütünün ve onun liderinin asla muhatap alınamayacağını ve bunun meşru siyasetin mücavir alanına kesinlikle girmeyeceğini alenen belirtmeye devam etmeli. İlaveten PKK’nın, Kürt siyaseti üzerindeki gayrimeşru hegemonyasını ve kimi HDP’lilerin bu duruma ses çıkart[a]mamalarını irdelemeyi de sürdürmeli. Burada dikkat edilmesi gereken asıl husus; PKK ile HDP arasında topyekun bir figüratif benzerlik zemini kurmaya matuf söylemlerden İYİ Parti elitlerinin beri olmaları ve HDP’li siyasetçiler arasında bir ayırıma gitmeleridir. Meral Akşener buna benzer bir ayırımı İmralı-HDP Yöneticileri versus Kürtler formülü üzerinden yapmaya çalışıyor; fakat Akşener’in tasnifi anı geçiştirmek dışında pratik bir boyut kazanmıyor. Halbuki Selahattin Demirtaş’ın etrafında örülmeye başlanan, PKK’nın hiç hazzetmediği ve hatta tehdit ettiği Kürt muhalefetine atıf yapabilir. Bunu yaparken Demirtaş’ın şahsı hakkında sitayişkar cümleler söylemesi de şart değil. Sadece Demirtaş’ın ve onun gibi düşünen Kürt siyasetçilerin, PKK ile yaşadıkları çekişmeden bahsetmesi kafi. Böylelikle hem partisi ile Kürt seçmen arasındaki teması sağlayacak politik menfezi açabilir hem de Cumhur İttifakı’nı bu konuda bir pozisyon almaya zorlayabilir.

Yukarıdaki bahse ek olarak söylemek gerekir ki, Akşener’den Kürt sorununa dair sol-liberalleri mutmain edecek radikal bir çıkış beklemek abesle iştigaldir. AK Parti ve HDP heyetleri arasındaki anayasa görüşmesine Devlet Bahçeli’den ruhsat çıkmasından sonra “hadi İYİ Parti ve HDP el ele tutuşsun, sonunda hayat bayram olsun” lakırdısını dillerine pelesenk edenler, siyasetin farklı dinamiklere mebni karmaşık bir süreç olduğunu ıskalıyor. Yaklaşık 200 yıldır cari olan bir ideolojinin antagonizma çeperini birden bire ve toptan yırtması kabil olmadığı gibi; tabanının hissiyat ve hassasiyetlerini de gözetmesi icap eder. Keza aynı durum HDP için de geçerlidir.

Inter-Persona elitler

Milliyetçilik geçmişteki merkez sağ deneyimlerinde çekirdekçiklerden biri iken, İYİ Parti modelinde çekirdeğin bizatihi kendisi. Yazıda daha önce değinildiği gibi İYİ Parti milliyetçi kütlenin çevresine merkez sağ tondan hâleler ekleyerek siyasî bir çekim merkezi oluşturmaya çalışıyor. Bu çekim merkezine ise her geçen gün farklı toplumsal kesimlerden ve çeşitli siyasî partilerden bireyler dahil olmakta. Milliyetçi gelenekten gelmeyen bu bireylerin partiye intibak süreçlerinde mümkün olabildiğince az zayiat verilmeli. Parti teşkilatları ile yeni gelenler arasındaki olası çıkar çatışmalarını minimize edebilecek, erken hizipleşmelerin önüne geçebilecek ve gerekirse hakem rolü üstlenebilecek tecrübeye sahip siyasetçilerin varlıkları elzem. Inter-personaelitler şeklinde tanımlanabilecek bu insanlar, teşkilatların duygusal refleksleri ile teknokratların pragmatik kaygıları arasında bir köprü vazifesi görürler. Zira parti içi disiplin yalnızca genel başkanın demir yumruğuyla sağlanamaz. Inter-persona elitlerin istihdamıyla sağlanır. Kurucular Kurulu’ndaki ağırlık merkezini tecrübeli siyasîlerden ziyade teknokrat ve akademisyenlere veren DEVA Partisi’nin yaşadığı kayıplar, interpersona elitlerin ne denli önemli olduğunun somut karinesidir. Buna mukabil birkaç fire dışında uzunca bir süre bütünlüğünü muhafaza eden AK Parti’nin, bu başarısının altında yatan sebeplerden biri de Cemil Çiçek, Abdülkadir Aksu ve Murat Başesgioğlu gibi tecrübeli ve sağda muteber isimleri kadrosuna katabilmesiydi.

Şu sıralar üye katılımı noktasında hareketli günler geçiren İYİ Parti, kadrosunu inter-persona portresine münasip isimlerle tahkim etmeli. Şimdilik her şey asayiş berkemal görünse de seçim sathı maili yaklaştıkça vaziyet değişebilir ve unutulmamalıdır ki mevcut İYİ Parti, 2018 ile mukayese edilemeyecek bir ideolojik renkliliğe sahip.

Daha az Sağ Kemalizm, daha çok pragmatizm

İYİ Parti’nin nakıs veçhelerinden birisi de yeterli düzeyde pragmatist davran[a]mamasıdır. Parti elitleri yangın yerine dönen ekonomiden, hop hemşerim nereye kalibresindeki güvenlikten, rutine binen hukuksuzluklardan, budanan özgürlüklerden çok iktidar cenahından gelen post-Kemalist bir teze mukabelede bulunmaya teşneler. Sırf Meral Akşener’in TBMM grup konuşmaları bile bu durumu teyit etmekte. İYİ Partililer, genel başkanlarının AK Parti’ye yönelik ideolojik salvolarını daha yoğun bir iştiyakla izliyorlar. Ülkenin sorunlarına özgü fasıllar ise daha cılız bir aksülamel doğuruyor. Aslında bu durum belli ölçülerde mazur görülebilir. Ulus-devletin temel sabitelerinin hallaç pamuğu gibi atıldığı bir dönemde, merkez sağ adayı bir partinin devlet aygıtını tadil etmeye girişmesi gayet olağan. Her ne kadar geniş kitlelere dayansalar ve farklı ideolojileri kapsasalar da merkez sağ partiler, ulus-devleti külliyen tahribe meyyal hareketlerin karşısındadırlar. İYİ Parti’nin burada eksik bıraktığı merkez nosyonu adalet ve kalkınma gibi hedeflere ve iktisadî reformlara ilişkindir. Bilhassa vatandaşın maişet ıstırabı çektiği vetirede İYİ Parti, daha üst perdeden ve sistematik bir müreffeh Türkiye vaadi yapmalı; insanların gündelik hayattaki sorunlarına dair çözümler üretmeli ve bunları mütemadiyen kamuoyuna duyurmalıdır.

1933 yılında, Türkiye’de Avusturya Büyükelçisi olarak bulunan Norbert Von Bischoff’un “Ankara” başlıklı kitabındaki veciz ifadesiyle “hayat, akideden üstündür.” Merkez sağ da gerektiğinde akidenin dogmalarını, hayatın gerçeklerine feda edebilenlerin adresidir.